Rock & MeTaL
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Rock ve Metal Müziğin Tek Merkezi
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Bütünleyici İlkeler

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Edizzz
Admin
Edizzz


Mesaj Sayısı : 177
Kayıt tarihi : 28/07/09
Yaş : 113
Nerden : Adana

Bütünleyici İlkeler Empty
MesajKonu: Bütünleyici İlkeler   Bütünleyici İlkeler I_icon_minitimeÇarş. Tem. 29, 2009 6:29 pm

AKILCILIK VE BİLİMSELLİK
Atatürk'ün en büyük özelliklerinden biri de bilimsel ve akılcı bir
düşünceyi (rasyonalizm) Türk toplumunun bütün alanlarına egemen kılmak
çabasıdır.
Daha önceki bölümlerde de görüldüğü gibi, Atatürk insan aklına çok
değer verirdi. "Akıl ve mantıkta çözümlenemeyecek sorun yoktur" sözü
O'nun bu konudaki görüşünü en özlü biçimde açıklamaktadır.

Yüzlerce yıl koyu bir kadercilik anlayışı içinde yaşayan Türk
toplumunu yeniden canlandırmak, ancak akılcılığın her işte öncü
olmasını sağlamakla olurdu. Atatürk bu nedenle akıl yoluna ağırlığı
vermiş, her işin ölçüsü olarak aklı kullanmıştır.

Akılcılığın zorunlu sonucu bilimselliktir. Bilimler, akıl yolu ile
yapılan zihinsel çalışmalardan çıkar. Batıda akılcılık başladıktan
sonra, önce doğrudan doğruya akıl ilkeleri demek olan matematik büyük
bir gelişmeye kavuştu. Matematiği mekanik izledi. Sonunda akıl ve deney
yolu ile öteki bilimler hızla ilerledi. Bundan da teknoloji doğdu.

Görülüyor ki, akıl ve bilim her türlü gelişmenin kaynağıdır. Bunun
için Atatürk, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir... Türk Milleti'nin
yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve kafasında
tuttuğu meşale müsbet ilimdir" demiştir.

Türk milleti gerçekleri akıl ve bilim yolu ile değerlendirdikçe
ilerleyip gelişecektir. Ekonomik, kültür ve ahlâk alanında gelişme buna
bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, ahlâk kuralları da akıl yolu ile
konulmuştur.

ÇAĞDAŞÇILIK VE BATILILAŞMA
Akılı ve bilimi kendine öncü
yapan Atatürk çok gerçekçi idi. Madem ki Türk milleti modernleşecek,
yenileşecekti, o halde, yapılması gereken şey, yaşanılan çağda en
gelişmiş kurumlan hiç çekinmeden benimsemekti. Çağdaş kurumlar Batı'da
idi. Öyleyse Batı'ya yönelmeliydi.

Atatürk bir Batı hayranı değildir. Uzun yıllar Batı'lı devletlerle
çarpışmış, onların emperyalist oyunlarını bozmak için uğraşmış, bir
büyük asker, kuşkusuz gözü kapalı bir Batı taklitçisi olamazdı. Ama,
ger?ekleri görmesini bilen Atatürk en ileri kurumların Batı'da olduğunu
görmezlikten gelemezdi. Bunun için Batı'ya yöneldi. Çağdaş kurumlar söz
gelişi Afrika'da olsaydı elbet oraya yönelecekti. Şu sözleri ne kadar
ilgi çekicidir: "Memleketimizi modernleştirmek istiyoruz. Bütün
çalışmamız Türkiye'de modern yani Batı'lı bir hükümet vücuda
getirmektir. Uygarlığa girmeyi isteyip de Batı'ya yönetmeyen millet
hangisidir?". Özellikle son cümle çok dikkate değer ve Atatürk'ün
gerçekçiliğini bir kez daha kanıtlar. Batı'ya bizden çok daha uzak olan
Japonlar, Türkler'den önce Batı kurumlarını olduğu gibi almış ve
bugünkü durumlarına erişmişlerdir.

Atatürk, Türk Milleti'nin tarihsel bir gerçeğini de çok özlü
biçimde açıklamıştır: "Türkler'in yüzlerce yıldan beri izlediği hareket
devamlı bir yön muhafaza etti. Biz her zaman Doğu'dan Batı'ya yürüdük."

Öyle ise Türk milliyetçiliği ruhu içinde cağdaşlasılacaktır. Çağdaş
kurumlar Türk'ün elinde kendi kişiliğini kazanacaktır. Akıl ve bilim yolunun buyruğu budur.

İNSANLIK VE İNSAN SEVGİSİ
Atatürk milliyetçiliğinin diğer
milletler hakkına saygı duyduğunu belirtmiştik. Bu konuda Atatürk şöyle
söylemiştir: "Gerçi bize milliyetçi derler, ama biz öyle
milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı ve
ilgi gösteririz. Onların milliyetçilerinin bütün gerçeklerini tanırız.
Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencilce ve mağrurca bir milliyetçilik
değildir".

Atatürk, böylece üstün bir milliyetçilik anlayışına erişmiştir.
O'na göre, "en uzakta saydığımız bir olayın, bize bir gün
dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücud ve
bir milleti bunun organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının
ucundaki acıdan bütün organlar etkilenir. Dünyanın bir yerinde bir
rahatsızlık varsa banane dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlıkla tıpkı
kendi aramızda olmuş gibi ilgilenmeliyiz."

Atatürk böylece bütün milletlerin bir arada ve işbirliği içinde
olmasını istemektedir. Bütün insanlar barış ve kardeşlik içinde
yaşamalıdırlar. "İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine
boğazlatmak insanlık dışı ve son derece esefe değer bir sistemdir.
İnsanları mutlu edecek tek araç, onları birbirine yaklaştırarak, onlara
birbirini sevdirerek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını
sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir."

Atatürk, büyük insan topluluklarının her türlü dertlerinden
arındırılmalarını ister ve üstün bir görüşle bütün insanları dünya
vatandaşı olarak niteler. "Eğer sürekli bir barış isteniyorsa, insan
kütlelerinin durumlarını iyileştirecek uluslararası tedbirler
alınmalıdır. İnsanlığın tümünün refahı, açlık ve baskının yerine
geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak
biçimde eğitilmelidir".

İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermek üzere olduğu bunalımlı
günlerinde Atatürk'ün görüşleri eşine az rastlanır bir insanlık
sevgisini dile getirmektedir. Aynı yıl Atatürk "Bütün dünya milletleri
aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşgullerdir" diyerek,
ırkçılara meydan okuyordu. O günlerde bütün insanları dünya vatandaşı
olarak niteleyen Atatürk, gerçek insan sevgisini içtenlikle ve çok özlü
biçimde belirtmiş sayılı önderlerden biridir.

MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK, ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ
Her Türk'ün büyük
bir dikkat ve titizlikle koruması gerekli Millî Birlik ve Beraberlik
ilkesi, Atatürk milliyetçiliğinin zorunlu bir sonucudur. Bu görüş ve
anlayışa göre, millet ülkesiyle birlikte bölünmez bir bütündür.
Herkesin bunu kabul etmesi ve aynı idealleri gerçekleştirmek için
birlikte hareket etmesi gerekir.

Atatürk, Türk milleti bir bütün haline gelmeden Kurtuluş Savaşı'nı
başlatmamıştı. Ancak bölücü, zedeleyici akımları ve ayaklanmaları
bastırdıktan sonra başarı yolları kendisine açılmıştır. Atatürk
konuşmalarında, sırası geldikçe, hem zaferin hem de inkılâpların milli
birlikle gerçekleştiğini belirtmiştir. O, hiçbir zaman vatanı milletten
ayrı düşünmemiştir.

Madem ki millet aynı ideale bağlı insanların oluşturduğu bir
birliktir, o halde insanların üzerinde yaşadığı vatan parçası da bir
bütündür, kutsaldır. Bölünemez, parçalanamaz. Bunun aksini düşünmek
milliyetçiliği inkâr etmek olur. Milliyetçilik inkâr edilecek olursa
Türk varlığı da sona ermiş olur.

Atatürk her bakımdan birleştirici bir insandı. Çeşitli görüşlere
sahip insanları ortak bir amaç uğrunda birleştirdi. O'nun bu yeteneği
Türk Milleti'nin birlik sevgisinden kaynaklanıyordu. Bu sevginin
sürdürülmesi geleceğimizin en büyük güvencesidir.

MİLLİ EGEMENLİK
Egemenliğin, yani devleti kuran, yöneten en
üstün gücün, kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya
millete ait olması, cumhuriyetçilik ilkesini bütünler.

Cumhuriyetçilik bahsinde görüldüğü gibi aristokratik veya
oligarşik cumhuriyetler de vardır. Ama gerçek cumhuriyet egemenliğin
millete ait olduğu cumhuriyettir. Atatürk, TBMM'nin toplanmaya
başladığı ilk günden başlayarak sırası geldikçe bütün gücün millette
olduğunu belirtmiştir. O'na göre, "millet her türlü isteğini yerine
getirme gücüne sahiptir. Millet girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir
kuvvet yoktur."

Atatürk'ün hem vatanın kurtuluşunu, hem de inkılâpları doğrudan
doğruya milleti temsil eden TBMM kanalıyla gerçekleştirdiğini
biliyoruz. Çünkü O, millet iradesinin üstünde bir güç olabileceğini
kesinlikle kabul etmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti'nin egemenliğini kendi eliyle
kullanmasından doğup gelişmiştir. Egemenliği milletinin elinden almak
artık düşünülemez.

ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK
"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Atatürk, yeni devletin kurulmasında bu düşüncesinden güç almıştır.

Özgürlük, hem devlet hem de vatandaşlar için söz konusudur.
Devletin özgürlüğü, bağımsızlığı demektir. Bağımsız olmak, başka bir
devletin güdümüne girmemek, diğer devletlerle birlikte oluşan
topluluklarda, milli çakarların gerektirdiği biçimde davranabilmektir.

Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin yok olan özgürlük ve
bağımsızlığını yeniden kazanabilmesi için yapılan bir savaştır. Osmanlı
Devleti son zamanlarında serbestçe hareket etme özgürlüğünü yitirmişti.
Nihayet devlet parçalandı ve sona erdi. Kurtuluş Savaşı'nın sonunda da
Türk milleti yeniden özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuştu.

Özgür ve bağımsız olmayan bir devlet dilediği biçimde hareket
edemez. Atatürk bağımsızlığımıza sürdürmekte çok dikkatli ve ciddi
davranmıştır. Türkiye Cumhuriyeti O'nun zamanında en saygın
devletlerden biri oldu. Büyük devletler bile gerekirse, Ankara'daki
Mustafa Kemal'e danışmanın zorunlu olduğunu kabul etmişlerdir. Bu
özgürlük ve bağımsızlıktır ki, Türk Devleti'nin rahatça gelişmesini,
serpilmesini ve inkılâpların yapılmasını sağlamıştır.

Gerek cumhuriyet gerek milliyetçilik ancak özgür ve bağımsız bir
devlette anlam kazanır. Bu sebeple, Türk Devleti'nin özgürlük ve
bağımsızlığı her türlü düşünce akımlarının üstünde olmalıdır.

Özgürlüğün ikinci çeşidi vatandaşlar için söz konusudur.
Cumhuriyet rejimleri aynı zamanda demokratik iseler, bu, vatandaşın
rahat ve Özgür yaşamasını sağlar. Demokrasinin temeli budur. Cumhuriyet
Türkiye'sinde vatandaşlar özgürlüğe sahiptirler. Ancak şunu da
unutmamalıdır ki, her bireyin özgürlüğü diğer bireyin özgürlüğü ile
sınırlıdır. Sonsuz özgürlük yoktur. Vatandaşlar birbirlerinin
özgürlüklerine saygılı oldukları sürece demokratik hayat sürer, aksi
kargaşa yaratır.

Atatürkçü özgürlük, herkesin hakkına saygı gösteren bir anlayışı kendine temel bir kural olarak alır.

YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ
Atatürk bir asker olduğu halde
mümkün olduğu kadar savaşın dışında kalmak isterdi. Şu sözlerinin derin
anlamı vardır: "Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa
sürüklemek taraftan değilim. Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek
kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım,
öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin
millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir".
Bu sözler, dahi bir askerin savaşın ne zaman yapılabileceğini gösteren
bir ölçüsüdür. Millet hayatı tehlikeye girmedikçe, çıkarılan savaş
savaş değil, cinayettir, öyleyse esas barıştır. Savaşın bir millet için
ne demek olduğunu ve neler getirdiğini en acı ve açık biçimde gören,
yaşayan Atatürk, büyük zaferin kazanılmasından sonra hep barışçı bir
siyaset izledi.

Yurtta barış, milli birlik ve beraberliğin sonucudur. Vatandaşlar
birbirlerini kırmadan, birbirlerinin hak ve özgürlüklerine saygı
duyarak yaşamalıdırlar. Bu memlekette esenliği sağlar ve aslında
gelişmenin, kalkınmanın ve demokrasinin de en önemli şartlarındandır.

Cihanda barış ise, devletlerin aralarındaki çekişmeleri, çeşitli
anlaşmazlıkları görüşerek, anlaşarak çözümlemeleridir, insanlık ideali
ancak böyle gerçekleşebilir. Devletlerarası savaşlar sadece acı, kan,
gözyaşı ve felâketler getirir, kazananlar da pek çok şeylerini yitirmiş
olurlar, öyleyse ancak ve ancak son çare olarak savaşa gidilmelidir.
Esas olan savaş değil, barıştır. Atatürk Lozan Antlaşmasından sonra pek
çok sorunu barış yolu ile çözümlemiştir.

"Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa Türkiye onu can atarak
karşıladı ve yardımını esirgemedi" diyen Atatürk'ün bu tutumu,
Türkiye'nin dış siyasetinin temel düşüncelerinden biri oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://metalbocekler.forummum.com
ORTEGA
Katılımcı Üye
ORTEGA


Mesaj Sayısı : 53
Kayıt tarihi : 28/07/09
Yaş : 43
Nerden : İSTANBUL / ÜSKÜDAR

Bütünleyici İlkeler Empty
MesajKonu: Geri: Bütünleyici İlkeler   Bütünleyici İlkeler I_icon_minitimeCuma Tem. 31, 2009 6:22 pm

>>> Ediz'cim; Bu Önemli ve Değerli Paylaşımın İçin Çok Teşekkürler...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bütünleyici İlkeler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Rock & MeTaL :: Atatürk Köşesi :: İlkeleri-
Buraya geçin: